ABARTILMIŞ DEVRİMCİLİK

Yazan: Turgut Koçak 7 Ağustos 2014

Türkiye olağanüstü koşullardan geçiyor. Bu olağanüstü koşulları ise devrimcilerin nesnel olarak değerlendirdikleri söylenemez. Bu yüzdendir ki, Cumhurbaşkanı seçimlerinde doğru bir tutum alması da mümkün olmadı, olamıyor. Çeşitli örgütlerin başında bulunan düne göre yeni, bugüne göre ise eskilerin toyluklarına gerçekten de diyecek yok. Bir örgüt düşünelim ki, kendi durumlarını ve ülke ve dünya koşullarını gerektiği gibi tartışmadan öylesine gelişigüzel kararlar alıyor. Dile getirmek istediğim şey köklü bir eleştiri getirmekten çok bir durum saptamasıdır. (gerekirse köklü eleştirilerde getirebilirim) Özgürlük ve Demokrasi Partisi sonuçta bir partidir. Bu partinin üyeleri ve yöneticileri vardır. Yönetici görevi verilen arkadaşlarsa yeni bir yönetim seçilinceye kadar partiyi yönetmekten, parti programına uygun politikaları yaşama geçirmekten sorumludurlar. İşte bu parti Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde nasıl bir tutum alacaklarının tespitini yapmak yerine Eşbaşkan olarak seçilen Alper Taş ve Seçkin Çetinkaya oylarını Selahattin Demirtaş’a vereceklerini açıkladılar. Bize göre burada sakatlık belirgin olarak sırıtmaktadır. Yani ya bu eşbaşkanlar görevden istifa etmelidir ya da bir karar alacaklarsa diğer yöneticilerle ortak karar almalıdırlar. İşte bunun gibi pek çok karar eskilerin çokbilmişlikleri olarak tabana dayatılmaktadır.

Aynı tutum adayların üçünü de aynı kaba koyarak boykot ya da sandığı boş bırakalım tavrı içinde olanlarda da vardır. Öncelikle bu yapılardaki tutumu şöyle değerlendirmek gerekir. Birincisi; bu örgütler mevcut durumlarını olabildiğince abartmakta neredeyse devrime kalkışma koşulu saptamak gibi bir havaya kapılmaktadırlar. Bir başka deyişle devrimcilerin asla düşmemesi gereken abartılmış devrimci halleri kendi kitlelerine doğru bir tutummuş gibi sunmalarıdır. Oysa devrimciler için en tehlikeli şey abartılmış devrimciliktir. İkincisi ise bu yapıların topyekûncu davranmalarıdır. Bu tutumlarıyla Recep Tayyip Erdoğan’la diğer iki aday Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş arasında bir fark görmemeleridir. Oysa bu tür bir değerlendirme bilimsel olarak kesinlikle yanlıştır.

Her şeyden önce Recep Tayyip Erdoğan için yapılan tespitler ortadır. Recep Tayyip Erdoğan 12 yıllık iktidarı döneminde siyasi gericiliğin daniskasını uygulamış, gerektiğinde de en koyu faşist uygulamalardan çekinmemiştir. Türkiye toplumuna dayattığı seçenek İslami karekterli bir faşizmdir. Bu yöndeki uygulamalarını Başbakan koltuğunda otururken yerine getirmiş, şimdi ise cumhurbaşkanı olarak hem tek adam olma hem de hükümetin de başı olarak görev yapmak istemektedir. Üstelik de amaçlarını gizlemek şöyle dursun her fırsatta dile getirmekte, uygulamalıryla da dost düşman herkese bir güzel göstermektedir.

Selahattin Demirtaş Kürt Ulusal hareketi içinden gelme biri olup zaman zaman düşüncelerimize çok aykırı gelen şeyler söylemiş olsa da söyledikleri ile farklılığını ortaya koymaktadır. Kuşkusuz Selahattin Demirtaş da gökten zembille inmiş değildir. Zaman zaman AKP’nin politik manevralarına kapılan bu doğrultuda sözler eden, Kürtler başta diğer azınlıklar ve inançlarla ilgili kitaplar dolusu söz ederken asıl ekseni yani sınıf mücadelesini gözden kaçırmakta ve de işçilere, emekçilere dair dişe dokunur sözler ettiğine de tanık olmamaktayız. Oysa devrimden konuşulacaksa bir sürü marjinal anlayışı piyasaya sürüp bir kağnı söz etmek yerine devrimin asli sahiplerinden konuşmak çok daha önemlidir. Yani Marks’ın da söylediği gibi; “Devrimi halklar değil, sınıflar yapar” sözü Demirtaş’ta ve temsil ettiği HDP’de pek de ilgi görmemektedir. HDP’nin içinde bulunan bileşenler ise bu durumdan rahatsız görünmeseler de, HDP içinden Kürt hareketini çekip aldığınızda geriye bir şeyin kalmayacağı da çok açıktır. Bu yüzden de HDP içinde kendilerini bileşenler olarak adlandıranlar bugünkü mevcut duruma sadece ve sadece güzelleme düzerek kendilerini var etmeye çalışmaktadırlar. Demirtaş’la ilgili bir başka saptama ise seçimler ikinci tura kalırsa kesinlikle yarışta olmayacağıdır. Bu durumda HDP sadece 2015 yılında yapılacak olan seçimlerde %10’u bulmayı hedefleyerek moral bulmak için çalışacak ve alabildiği kadar oy almayı önüne koyacaktır.

Ekmeleddin İhsanoğlu ile ilgili görüşlere gelince; kimse İhsanoğlu’nun dini hasletlerinin ağır basmadığını söylemiyor. Kimse Ekmeleddin İhsanoğlu’nu düzendışı biri olarak görmüyor. Ancak faşist olmadığı, bir başka aday ve de faşist olan Recep Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasının önünü kesecek bir aday olduğunu da hemen herkes biliyor. İşte bu gerçekler ışığında oturulup düşünüldüğünde Cumhurbaşkanı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy verilmesi bir gerçeklik olarak önümüze çıkıyor. Bugüne kadar ömrümüz Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptıklarını saymakla geçti. Bundan böyle olacakları da her fırsatta dile getirdik. Görünen köy kılavuz istemez. Dün Muğla yollarında Yatağan işçilerine polisin tavrını bile doğru okusak Recep Tayyip Erdoğan’ın niçin Çankaya’ya çıkmaması gerektiğini anlar ve de ona göre bir tutum almayı doğru politika olarak uygularız. Eğer Recep Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa bölgemizde IŞİD’la ortak yaratılacak politika ve uygulamalardan başta Kürtler olmak üzere hemen bütün devrimci çevreler kendilerine düşen zulümden kurtulamayacaklardır.

Her seçim öncesi devrimci nasıl olunur sorusuyla karşı karşıya kalanların şaşkın tespitlerine tanık oluyoruz. Oysa devrimcelerin yapmaları gerken görevlerin hiçbirisinin seçimlerle ilgisi yoktur. Eğer koşullar elveriyorsa devrimciler koşulları dikkate alarak devrimci irade göstermekten asla çekinmezler. Bu bağlamda da işçilerin ve emekçilerin mücadelesi salt seçimlere kilitli değildir. Lenin “sol” komünistleri eleştirirken şunları söylüyordu:

“… çünkü yığınların eylemi -örneğin bir büyük grev- yalnızca devrim sırasında ya da devrimci bir durumda değil, her zaman parlamenter eylemden daha önemlidir.” (Komünizmin Çocukluk Hastalığı “Sol” Komünizm, Ankara, Sol Yayınları, 1991, s. 55) Sürekli olarak parlamenter mücadele ve kitlelerin sokaklarda, fabrikalarda diğer yaşamın bütün alanlarında verecekleri mücadele ile seçimler sırasında sürdürülen mücadeleyi birbirini dıştalayan ve yadsıyan anlayışlar olarak görmemek gerekir. Bizler sadece olup bitenler karşısında kayıtsız kalmadığımızı, faşizm tehlikesine karşı mücadele etmek, hak ve özgürlüklerimizin sınırlarını genişletmek istiyoruz.

Bu yüzden de tarih Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin tutumunu doğrulayacak, kendi durumlarını abartanlara ise gereken cevabı verecektir.

Sözümüz bu kadar açık ve de bizim tarafta yani bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm tarafında olan dostlarımıza bir uyarıdır.

Doktor ne yerse yesin konumundaki küçük burjuva gevezeleriyle ise onlar nerede dururlarsa dursunlar, ne söylerlerse söylesinler an bile yitirecek zamanımız yoktur.