Yazan: Turgut Koçak 23 Nisan 2020
Yazımın sonunda söyleyeceğimi başında söyleyeyim ki bugünkü yazımı daha kolay yazabileyim.
Bugün AKP ve saray çevrelerince göklere çıkarılan Abdülhamit ne yapmıştı? Hazırlanan ilk anayasayı ve meclisi ortadan kaldırmıştı. Peki, 12 Eylül 2010 ve 16 Nisan 2018 tarihinde bugünkü AKP ve saray iktidarı tarafından yapılan referandumlarda ne oldu? Anayasa fiilen geçersiz hale getirildi, TBMM ise varlığına karşın işlevsiz bir konuma düşürüldü. Oysa bugün bütün bu gerçeklere birileri gözlerini kapatmışlar, bu suçu işleyenleri de yanlarına çağırarak 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da kurulan TBMM’nin 100. Yılını kutlamak için çağrı üstüne çağrı yapıyorlar.
Niye yapıyorlar diye sormuyorum fakat gerçeklerin halkımız tarafından doğru anlaşılması için bir durum tespiti de yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Yoksa muhatap bile sayılmayacakları ikide birde ne bir yerlere çağırmanın anlamı var ne de bu tür davranışla halkımız doğru bilgilendirilmiş olur.
Bir düşünün ki 23 Nisan 1920 yılında emperyalistlere karşı yürütülen Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemek, başarıya ulaştırmak ve Cumhuriyeti kurmak için Ankara’da bir meclis kurulmuş, aynı meclisin eliyle Cumhuriyetin de kazanımlarının da köküne kibrit suyu dökülmüş ne kadar üzünç verici bir şey değil mi? Burjuva siyasetçileri, biz kendimizi bildik bileli meclisin iyi işlemediğinden söz edip dururlar. Bu yüzden de işlerinin çok daha kolay görüldüğü, kendilerinin ayağına dolaşmayacak bir yapının kurulması yolunda ellerinden ne gelmişse beş fazlasını yaparak diyebiliriz ki amaçlarına da ulaşmışlardır.
Evet, meclis kendi kontrolleri altındaydı fakat bütün bu gerçeklere karşın mecliste yine de aykırı seslerin çıkmasını önlemek eşyanın doğasına aykırı olduğu için Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 yılında mecliste temsil edilmesi bile onlarda şafağın atmasına neden oldu ve buradan her türlü muhalif sesi ya boğmak ya da dışarı atmak için ellerinden ne geldiyse yaptılar. Süreci öyle bir hale getirdiler ki artık orada sadece kendileri tepişir oldular.
Kuşkusuz meclistekiler sermayeyi temsil ediyorlardı ama sermayeyi temsil eden kesimler arasında da tam bir düşün birliği söz konusu değildi. Bir kısmı baskıcılığı ve ağır sömürü koşullarını benimserken bir diğer kesimi ise bu işi daha usulü dairesince yapmak istediğinden meclis anlaşmazlıkların neredeyse odağı haline geldi. Buradaki bitmez tükenmez anlaşmazlıklar, yerine getirilemeyen görevler neredeyse işlerini tıkır tıkır yürütmek isteyen egemen çevreleri rahatsız eder durumdaydı. Üstelik de somut koşullar meclis dışında kalan fakat daha dinamik kesimleri temsil eden sol bir birikimin de ortaya çıkması bir başka çıkışsızlık sayılıyordu ki egemenler buna da bir çare bulunması düşüncesindeydiler. Yani bugün daha sık söyleniyor ya “yönetemiyorlar” diye işte o zamanlar da siyaseten ortaya çıkmış olan iktidarlar ülkede ortaya çıkan ne bunalımlara çare bulabiliyordu ne de sistemin istediği bir yönetme yeteneği sergileyebiliyordu.
Sermaye işleri tıkırına koymak ve hiçbir su kaçağı bırakmamak için 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 faşist darbelerini ordu eliyle ve uluslararası destekle gerçekleştirdi. Her darbe sonrasında ise Anayasa’da değişiklikler yapıldı ve hatta Anayasa bütünüyle değiştirilerek sermayenin eksiksiz egemenliği sağlanmak istendi. Yasalar yeni Anayasa’ya uygun olarak hazırlandı. Seçim sistemleri değiştirildi, solda kurulacak partilerin kılçık olmalarından korkulduğu için ağır zorluklar getirildi. Sendikalar ve her türlü örgütlenmelerin işini zorlaştırma yoluna gidildi. Ne var ki sermaye aldığı bütün tedbirlere karşın yine de ne içine düştüğü bunalımların üstesinden gelebildi ne de mecliste oluşan ve her biri burjuvaziyi temsil eden parçalı yapıdan kurtulabildi. Bu gidişin hesabını iyi yapan sermaye çevreleri 12 Eylül 1980 faşist darbesinin başlatıp sürdürdüğü yeni ortamın hazırlanması için 3 Kasım 2002 yılında tek başına iktidara getirdiği AKP ile birlikte nihayet büyük adımı atmış oldu.
AKP aracılığı ile sermaye güçleri iyi bir başarı elde etmişlerdi. Bu yüzden de Ülkeye Türk usulü cumhurbaşkanlığı sistemi denilen başkanlık sistemini getirmekte zorlanmadılar. Sürece dönüp bakarsak AKP kendi açısından oldukça başarılı olmuş, sonuçta da bugün 100. Yılı kutlanan meclisin de sonunu getirmekte zorlanmamıştır. Mecliste çoğunluğu elinde tuttuğu için her istediğini de kolaylıkla gerçekleştirebilmiştir. Dolayısıyla meclisin sonunun getirilmesi de bu hesap üzerinden kolay gerçekleşmiş oldu. Meclisin 1920’lerden günümüze kadar işleviyle birlikte elde ettiği saygınlık önemliydi. Ancak süreç içinde halkın gözünde yıpranmışlığı da bir gerçekti. Bu yıpranmışlık AKP iktidarı sonrasında hem iktidar hem de muhalefet kesimiyle birlikte tavan yaptığından AKP’nin son noktayı koyması için ele geçmez bir fırsat yarattığı da tartışma götürmezdi. Bütün bu gerçekler Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının yollarına kolaylıkla devam etmesini sağladı ve zaten bir işe yaramadığı düşünülen meclisin de sembolik olarak kalmasına ise diyebiliriz ki kimse etkili bir savunma hattı oluşturma gereği duyarak sesini yükseltmedi.
Şimdi gelelim meclisin işlevsiz hale gelmesi konusuna. Elbette bir kısım muhalefet bu işlevsizliğe karşı çıkıyor görünüyor ama olup bitenlere baktığımız zaman yine de savunulan görüşlerin ruhuna uygun bir şekilde davranılmadığı için yeni sistemle çok da kavga dövüşe karşın uyumsuzluğunu ortaya koyan bir yol izlenmiyor. Anımsarsak; Suriye için çıkarılan tezkereden, Libya için çıkarılan tezkereye kadar nasıl da birlikte davranıldığının en güzel orta oyunu sergilendi hepimiz tanığıyız. Son olarak da AKP ve MHP’nin af yasasına CHP’nin 18 ret oyu verdiğini düşünürsek parlamenter sistemi canla başla savunduğunu her fırsatta yineleyen CHP’nin bile kendi söylediğine kendisinin de inanmadığını görmek zor olmuyor.
Anlattıklarımız ışığında gelinen noktayı yeniden yeniden yazmaya gerek yok. Ama diyebiliriz ki işlevi ve yapıp ettikleri ile birlikte meclis zaten öyle bir hale getirilmiş ki bugün bu işi ha tek kişi konumunda Recep Tayyip Erdoğan yapmış ha o sıraları dolduran fakat sadece dolduran kimseler yerin getirmiş bu durumun halk katında çok da ayrıcalığı olmadığı için bir kişinin dudağından dökülecek sözlerle her şeyin olup bitmesi egemenlerin çok işine geldiği gerçektir ama halkın da bu konuda fazladan bir isteğinin de olmadığı bilinmiyor değil.
Eh o zaman TBMM’nin 100. Kuruluş yıldönümü olan 23 Nisan 1920 tarihini korona virüs dolayısı ile içerde kalmak zorunda olduğumuz için yeterince coşkulu kutlayamadık yorumunu getirsek bile işlevi bitirilmiş, varlığı ortadan kaldırılmış bir kutlama çabası da çoğumuzca çok da anlamlı gelmiyor.
Bununla birlikte zorluklardan yılacak değiliz.
En zor koşullarda bile 23 Nisan 1920 Tarihinde Ankara’da meclis açılmış.
Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştırılıp Cumhuriyet nasıl kurulmuşsa bugün de devrimci dinamikleri harekete geçirerek yepyeni bir meclis, halkın tek kurtuluş seçeneği olan sosyalizm kurulabilir ve ne varsa değerlerimize dair yerli yerine oturtulabilir.
Bunun da biz sosyalistler olarak böyle bilinmesini isteriz…