Yazan: Turgut Koçak 12 Eylül 2022
Hepinizin bildiği gibi 12 Eylül faşist darbesinden sonra işverenler adına en çarpıcı acıkama şöyle idi. “Bugüne kadar bizim anamız ağladı, bundan sonra da işçilerin anası ağlasın”. Peki, bu darbe ile ilgili olarak ABD kapitalist/emperyalist sistemi adına açıklama yapanlar ne demişti. “Bizim oğlanlar darbe yaptılar.”
Evet, Türkiye işbirlikçi tekelci sermaye güçleri güçlenen işçi sınıfı hareketleri, sol ve sosyalist örgütlenmeler karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Toprağın ayaklarının altından kaydığının farkındaydılar. Siyaseten Milliyet Cephe ortaklıkları kuruldu, hemen her gün ülkede 25-50 arası yurttaşımız iç savaş kışkırtıcılığı yapanlarca katledildi fakat devrimci güçleri sindirip teslim almak mümkün olmayınca önce sıkıyönetim ilan edilip arkasından da NATO ve ABD’ye göbekten bağlı generaller tarafından 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleştirildi. Sonrasında yaşananlar herkesin malumu. Darağaçları kuruldu, işkenceler arşı alaya çıktı. Bütün sol siyasi örgütler kapatıldı ve hatta sağ siyasi partiler bile üzerine fazla gidilmediyse de kapatılarak yeni bir döneme geçildiği ilan edildi.
Türkiye’de mücadelenin kıran kırana sürmesi bir rastlantı değildi. Emperyalist/kapitalist sistem açısından Türkiye’nin stratejik konumu gözetilerek hareket edildiği bir gerçekti. Kaldı ki NATO ve ABD’nin girişimleriyle Türkiye’de oluşturulan kontrgerilla örgütü harekete geçirilerek ve de MHP ve Fetöcüler gibi örgütler arasından kontrgerillaya devşirilen katiller tarafından cinayet üstüne cinayetler işlendi. İsteniyordu ki geniş halk kitleleri canından bezsin ve ordunun yönetime el koyması kolaylaşsın. Sonuç öyle de oldu. Koşullar bir güzel hazırlandı. Ayrıca Sosyalist Sistem ve Sovyetler Birliği’ni düşman olarak belirleyen ABD aracılığı ile Müslüman ülkelerden oluşan ve Sovyetleri çevreleyen Yeşil Kuşak oluşturuldu ki Türkiye’nin komünizm düşmanları ve dinci gericileri seve seve bu oluşturulan kuşağın içinde yerlerini aldılar.
Faşist darbe ile ülkemizde geniş ilerici, devrimci, demokrat ve sosyalistlere karşı yürütülen cadı avı sonrası faşistler kontrolü ellerine aldılar. Paşaların cahilliklerini ise uluslararası sermayenin adamı olan Turgut Özal kapattı.
Turgut Özal 12 Eylül darbecilerinin hem ekonomik hem de siyasi akıl hocası olarak görev üstlenerek gelecek on yılların kontrolü anlamına gelen politik adımlar atıldı. Anayasa değiştirilip yerine gerici 12 Eylül Anayasası kabul ettirildi.
Başta işçiler olmak üzere geniş halk yığınlarının her türlü hak ve özgürlüklerini kısıtlayan yasalar çıkartıldı. Dinci gericiliğe öyle bir alan açıldı ki bu kesimler serpildikçe serpildi. Daha sonra siyasi partilerin kurulmasına izin verildi ve seçimlere gidildi. Bu seçimleri Turgut Özal’ın kurduğu ANAP kazandı.
ANAP döneminde tarikatlar, cemaatler, dinci gerici vakıf ve dernekler daha da canlandırılarak ANAP kapitalist sistemi daha da bir dinci gerici hale getirdi. ANAP döneminde sermaye kesimlerinin bir dediği iki edilmedi. Uluslararası sermaye güçleri ile sıkı ilişkilere gidildi. Turgut Özal özelleştirmenin şahı olarak ülkede öyle bir furya başlattı ki en köklü kurumlar iç ve dış sermaye güçlerine peşkeş çekildi. Sonrası sağ iktidarlara baktığımız zaman da değişen bir şey olmadı. Adı sanı bilinen sayısız bakanlık yapmış kişinin her biri operasyoncu kesilip faili meçhullere imza attılar. Resmi görevliler eliyle gerçekleştirilen uyuşturucu ticareti o günden günümüze kadar palazlanıp güçlendi. AKP ve saray iktidarı döneminde ise doruk noktasına ulaştı. Diyebiliriz ki Türkiye’nin 12 Eylül faşist darbesi sonrası 42 yılı karanlık bir dönem olarak tarihe geçti. Özelleştirmeler hız kazandı, oraya buraya çökerek zenginleşenler söz ve karar sahibi oldular.
Bütün bunlar yetmezdi. Ortadoğu coğrafyası dahil Kuzey Afrika’dan Çin Seddi’ne kadar uzanan topraklarda ABD’nin hesapları vardı bunun için de yepyeni bir örgütlenmeye gereksinim duyuldu. ABD tarafından Erbakan’ın dizi dibinden kaldırılıp bazılarına Ilımlı İslam politikasının gereği AKP kurduruldu. AKP’nin 22 yıllık politikalarına baktığımız zaman bu partinin ülke içinde ve bölgede gördüğü işlev açısından nasıl bir görevle işbaşına getirildiği çok açık. Bugün Libya’dan Afganistan’a kadar bir bölgede yaşananlara baktığımız zaman yaşananlar ve yaşadıklarımız bütün çıplaklığı ile gözlerimizin önünde duruyor.
AKP iktidarı içerde milliyetçi kesimlerin ayranını kabartmak için büyük devlet görünümüne soyunarak yabancı topraklarda asker bulundurmaya başladı. Bu durum iş çevreleri için yeni bir kazanç kapısı olarak görüldü ve bu yüzden de AKP’ye her türlü destek tartışmasız sunuldu. Böylece sermaye güçlerine yürü ya kulum denilip her yol mubah sayıldı. Yetmedi, AKP ve saray iktidarı döneminde ülkenin bütün kurum ve kuruluşları, fabrika, liman ve tesisleri özelleştirilip yerli ve yabancı sermaye güçlerine satıldı. Vurgun, talan, ihale yolsuzlukları, çalma, çırpma öyle bir noktaya vardırıldı ki Türkiye şu an yaşanan büyük bir ekonomik krizin içine itildi. Geniş halk yığınları ekmek bile bulamazken ülkede bir avuç haramzade Karun kadar zenginleştiler…
12 Eylül 1980 Faşist Darbesi ülkeye çok pahalıya patladı. Ancak 12 Eylül faşizmi hiç kesintiye uğratılmadan devam ettirildi. Bu yüzdendir ki 12 Eylül sonrası rejim tam anlamıyla değişti. İki Anayasa değişikliği sonrası tek adam yönetimine ulaşıldı ve bugün sadece bir tek kişinin iradesi geçerli. O ne derse o oluyor, o neyi istemezse olmuyor. Bugün ülkede ne burjuva demokrasisinden söz edebiliriz ne laiklikten ne de insanca bir yaşamdan. Bu yüzden de aradan bunca zaman geçmiş olmasına karşın diyebiliriz ki 12 Eylül devam ediyor hem de birkaç misli daha fazla her türlü baskı ve zulüm yöntemiyle…
Ama bu kez 12 Eylül faşizmini sürdürmek isteyen 15-16 Temmuz 2016 Fethullahçı darbeyi “Allah’ın bir lütfu olarak değerlendiren AKP ve saray iktidarının sonunu ilan ederek bu iş sona erecek…
Uyanık olalım ve sosyalizm yolunda savaşımımızı ödünsüz devam ettirelim…