Yazan: Turgut Koçak 3 Mayıs 2014
Söyledik söylüyoruz. Her eylemden çıkarılacak dersler vardır. 1 Mayıs 2014 direnişi de derslerle dolu bir direniş olmuş, unutulmaması gereken izler bırakmıştır. Yeter ki, bizler başarılarımızdan da, başarısızlıklarımızdan da dersler çıkaralım.
İstanbul’da 1 Mayıs kutlaması için Taksime gitmek isteyen ilericilere, devrimcilere, sosyalistlere polis müdahale etmiş, onları gaza, basınçlı suya boğar ve ellerine geçirdiklerini gözaltına alırlarken; bir kısım vatandaş da pikniğe çıkımş gibi ağaçların altında aşağıda devam eden ölüm kalım mücadelesini film izler gibi izlemeye başlamışlardır. Kimse bunda ne vardır dememelidir. Bir toplumu bu denli duyarsız yapan şeyi eğer kavrayamaz ve de bu insanların davranışlarının neden bu kadar insafsız olduğunu anlayamazsak başarısızlığımızın nedenlerini de yerli yerine oturtamayız.
Büyük kentlerde devrimci gençler özellikle bilinen cadde ve sokaklarda stant açıp amaçlarını anlatan eylemler düzenlerler. Sokak tıklım tıklım doludur ama kalabalık hiçbir şey yokmuş gibi önlerinden akar geçer ya da hemen yanıbaşında bir kafeye girip çayını keyifli keyifli yudumlayıp bambaşka bir dünyada yaşıyormuş gibi sohbetini sürdürür gider. Bazıları alışveriş yapmak için ucuz bir şeyler satan alışveriş dükkanlarını doldurur da aklına ne diyor bu gençler diye sormak bile gelmez. Devrimciler, bunlara alışmışlardır. Bu gibi insanlar da devrimcilerin sloganla bir şeyler bağırdıklarına alışkındırlar. Sonuç olarak geçip giden kalabalığın arasından tek tük birileri çıkar da ilgilenirse ne âlâ. Bu kadarı bile kazanç sayılır.
Ancak eskiden açıkhava sinemalarında film seyreder gibi aşağıdaki polis saldırılarını izleyen bir sürü insanı ilk görüyor ve de bu insanlara karşı kin duymadan edemiyoruz. Bu insanları hangi ruh hali 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenlerden ayırmış ve de onlara yapılan zulmle eğlenir hale getirmiştir? Eğlenir hale diyorum çünkü bu görüntünün başkaca bir yorumu en azından benim için yoktur. Benim değerlendirimime göre; evlerinden çıkmayıp oturanlar ve de 1 Mayıs’ı kutladığımız için bizlere düşmanlık besleyenler bu seyircilerden daha saygındır diye düşünüyorum. Belki de aşağıda polisin saldırılarına uğrayan gençler komşu çocuklarıdır. Ya da ne bileyim; karşı dairelerinde oturan ve karşılaştıklarında gözucuyla da olsa selamlaştıkları komşusu işçi Ali, öğretmen Murat, doktor Ayşe, fırıncı Salih’tir. Ne var ki, başkalarının gördükleri zarardan mutluluk duyacak ve de çevresine anlatacağı bir öykü çıkaracak kadar yüreksizleşmiş, bitik, değerlerini yitirmiş bir güruhu hiç unutmamalıyız hiç.
Bizler, kim ne yaparsa yapsın, çürümüş yığınların aksine bütün insanlık değerlerini koruyanlar olarak eşyayı adıyla çağırarak her eylemimize büyük bir inanç ve ruh haliyle hazırlanmalıyız diyorum.
Başka söyleyeceklerimiz de var kuşkusuz. 1 Mayıs günü kimi yerlerde CHP’nin milletvekilleri de öne çıkmış hatta içlerinde hırpalananlar, gözaltına alınmak istenenler bile olmuştur. Şafak Pavey’de bunlardan biridir. Bu konuda da birkaç söz etmekte yarar var. Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarı İstanbul’da adeta sıkıyönetim ilan etmiştir. Anamuhalefet Partisi CHP ise bu konuda dikkate değer sözler sözler söylemiş olsa da asıl yapılması gerekeni yapmayarak Recep Tayyip Erdoğan’ın diktatörlük hevesini bozmayı her nedense düşünmemiştir. Madem Recep Tayyip Bey İstanbul’da 1 Mayıs’ı yasaklayarak diktatörce bir davranışta bulunmuştur CHP’nin de bu oyunu bozması için İstanbul’da seçimlerde mitingine gelen herkesi 1 Mayıs için sokağa çağırması gerekmez miydi? Kuşku yok ki, Şafak Pavey gibi yürekli milletvekillerinin “1 Mayıs’ta kalkan olacağım” diyerek gösteri yerine gelmesi önemli ve saygın bir tutumdur ne var ki yetmez, asıl saygınlık ve Recep Tayyip Bey’in oyununu bozacak olan şey; CHP’ye gönül vermiş olanların meydanlara çağrılmasıdır. İşte CHP bu eylemden ne yazık ki uzak durmayı seçmiştir.
Sonuç olarak çürüyenlerin vagon vagon olduğu bir toplumda her şey olabilir. Eğer 17 Aralık 2013 operasyonu sonrası sanık ve bakan çocukları hakkında savcı çıkıp takipsizlik kararı verebiliyorsa toplumun bu denli çürümüş olmasındandır. Unutmayalım; ağaçların altında polisin 1 Mayıs’ı kutlayanlara saldırısını izleyecek kadar yüreksiz ve de insanlık ölçülerini yitirmiş insanların olduğu bir toplumda bütün kurum ve kuruluşların çürümüş olmasını da kimse yadırgamamalıdır.
Eğer bizlerin canı, kanı, özgürlükleri pahasına insanlar demokratik hak ve özgürlüklerini bu seyirci takımı da kazanacaksa ki kazanacaktır bu tatlu su kaplumbağalarını hiç unutmamalıyız hiç…