1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ

Yazan: Turgut Koçak 2 Eylül 2013

1 Eylül 1939 tarihinde Nazi Almanya’sı Polonya’ya saldırdı. Polonya saldırısıyla başlayan İkinci Paylaşım Savaşı, kıtaları içine alarak bir dünya savaşına dönüştü. Bu savaşın insanlık için büyük yıkımlar getirdiğini burada yinelemeye gerek yok. Ancak İkinci Paylaşım Savaşı; savaşı başlatanların yenilgisiyle sonuçlandı. Hitler ve çetesi de işledikleri suçu hayatlarıyla ödeyerek hak ettikleri sonu yaşadılar. Bu olaylar sonrasında sanılıyordu ki, gereken dersler alınmıştır bir daha da kimse böyle bir savaşa yeltenemez. Bu savaş unutulmasın diye de savaşın başladığı 1 Eylül 1939 tarihi baz alınarak 1 Eylül Dünya Barış Günü ilan edildi.

Kapitalist dünyanın büyük yıkımlara uğrayan Avrupa devletleri savaşın yaralarını sarmakla uğraşırken okyanus ötesinden gerektiği kadar bedel ödememiş ve yıkama uğramamış Amerika’nın kapitalist devletler arasında yıldızı hızla parladı. Bu savaşla birlikte yıldızı parlayan bir başka devlet daha vardı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği. Çünkü Sovyetler savaşta en çok bedel ödeyen ülkeydi ve neredeyse Avrupa’nın tamamı Kızılordu’nun sayesinde Nazizm’den kurtulmuştu. Doğal olarak dünya halklarının kurtuluşu olarak sosyalizmi seçmeleri başta Amerika olmak üzere öteki Batı ülkelerini korkuttu. ABD hızla komünizm karşıtı girişimler başlattı. Üstelik kendi ülkesinde gelişen emek hareketlerini ve önderlerini de ezdi. 4 Nisan 1949’da Washington Anlaşması ile NATO fiilen kurulmuş oldu. Sözde bir savunma örgütü olarak kurulan NATO özde bir saldırı ve savaş örgütünden başka bir şey değildi. Dolayısı ile NATO şemsiyesi altında ABD’nin güdümünde birleşen ülkeler bir yandan bağımsızlıkçı ülkeleri zaptı rapt altına almaya yönelirken diğer yandan da sosyalist yönetimlerin gündeme geldiği ülkelerde savaş makinesi gibi çalışarak büyük savaşlar çıkarttı. Kore ve Vietnam Savaşı bu savaşların en önemlileridir. Ayrıca Güney Amerika ve Asya’da pek çok iç karışıklıkların ve faşist darbelerin de sorumlusu NATO’dur.

Türkiye NATO’ya girmek istiyordu, ancak İngiltere, Hollanda, Belçika Sovyetlerden korktukları için Türkiye’yi NATO’ya almak istemediler. Türkiye Eylül-Ekim 1950 tarihinde Kore’ye asker gönderdi. Böylece Türkiye kendisi ile hiç ilgisi olmayan savaşın içinde yer aldı. 1952 yılında da NATO’ya kabul edildi. Bu tarihten başlayarak NATO salt başka ülkeler için değil, bizzat ülkemiz için de en büyük tehlike oldu. Ülkemizde sol ve sosyalist hareketlerin ezilmesi, uluslararası sermayenin isteklerinin yerine getirilmesi için darbeler gerçekleştirerek faşist yönetimler oluşturuldu.

Halen de NATO’nun işlevi karşısında kurulu Varşova Paktı’nın dağılmasına karşın değişmemiştir. Birinci ve İkinci Körfez Savaşı, Afganistan’ın, Irak’ın işgali, Arap ülkelerinde Büyük Ortadoğu Projesi gereği başlatılan “Arap Baharı” sonrasında Arap ülkelerinde yaşanan katliamlar, yönetim değişiklikleri, Libya’da Kaddafi’nin devrilerek linç edilmesi, Suriye’de başlatılan iç savaş ve Suriye’ye karşı savaş ilan edilmesi gibi aklınıza gelen bütün kötülüklerin Amerika’nın güdümünde planlanıp uygulandığı yerdir NATO.

Sovyetler Birliği yıkılmadan önce dengeleyici bir görev görüyor ve tehlikeli savaşların çıkarılmasını büyük ölçüde önlüyordu. Bugün Sovyetler Biriliği yoktur. Bu yüzden de emperyalist Batı ve onlara uşaklık edenler çılgın planlarını uygulamak için iyice rahatlamışlardır. İşte Amerika bu yüzdendir ki, kolaylıkla Suriye’nin vurulmasından söz edebiliyor, Recep Tayyip Erdoğan gibi işbirlikçilerse vurmayla yetinilmemesini Suriye’nin ezilip geçilmesini isteyebiliyor.

Gerçekler böyle bir noktadayken dünyada alışkanlıklara dönüşmüş, işlevsiz 1 Eylül Dünya Barış Günü kutlamaları ve yürüyüşleri yapılıyor. Şunu unutmayalım ki, bir dönem için geçerli ve anlamlı olabilecek çeşitli mücadele biçimleri gün geliyor ki, ölü mücadele biçimlerine dönüşüyor. 1 Eylül Dünya Barış Günü kutlamaları da artık ölü bir mücadele biçimine dönüşmüştür. Bu nedenle de bu denli savaş makinesine dönüşmüş kapitalist/emperyalist sistemin bu yöntemle durdurulmasının olanağı kalmamıştır.

Artık dünyanın her yerinde geniş halk yığınları kapitalist sistemi yıkmalı ve savaş makinelerinin elinden iktidarların alınmasına yönelik mücadele biçimleri geliştirilmelidir. Yoksa Savaş makinesine dönüşmüş yöneticiler daha çok sermayenin selameti için adını bile bilmedikleri ülkelerde halkın evlatlarını savaştıracaklardır. Ellerinde çok gelişmiş savaş teknolojilerini bulunduranların kaybı az olabilir. Bu yüzden de o ülkelerin halkları savaş ve mevcut iktidara karşı gerektiği kadar karşı çıkıp yönetimi ellerine almak için çok da istekli olmayabilirler. Ancak bizim gibi ülkelerin böyle lüksleri yoktur. AKP gibi işbirlikçi bir iktidarla Türkiye’nin yönetilmeye devam edilmesi demek bölgemiz ülkeleri ve ülkemiz için giderilmesi olanaksız tehlikeler taşımaktadır. Öyleyse daha fazla Suriye’ye karşı savaş açılacak mı açılmayacak mı tartışmak ve barış arayışları yerine bir an önce AKP iktidarını ve bu iktidarın başı Recep Tayyip Erdoğan’ı nasıl geldiyse öyle göndermeliyiz ki, bizi başka ülkeler de izlesinler ve işbirlikçi yöneticilerinden kurtulsunlar.

Gerçek budur, ancak gerçekçi davranılarak imkansız başarılabilir.